İpek Atcan…

Tek cümleyle İpek Atcan kimdir?

Tamamen hayalleriyle yaşayan, yer yer tökezlese de zaman zaman uzak düşse de bundan vazgeçmeyen, çoğunlukla heyecanlı ve neşeli biri.

Çocukluğunuza ait, hayatınızı tanımladığını düşündüğünüz özel bir şey var mı?

Babamın işinden dolayı çok fazla şehir değiştirdik. 8 yıllık ilköğretimi üç, 4 yıllık liseyi de yine üç farklı okulda okudum. Sürekli yeni insanlar, sıfırdan başlamalar. Ondandır ki hayatım sosyallik üzerine kurulu. Arkadaşlarım hep söyler, “Sen bir small talk uzmanısın” diye. Cidden bu hareket halinde oluş bir başkasına kötü gelebilirdi ama bana -özellikle de mesleğimde- büyük katkısı oldu.

Oyunculuk mu, müzik mi, hangisi önceydi?

Aslında bir oyunculuk tecrübem olmadı. Ama 2010’da Paris Grand Palais’de Dünya Eskrim Şampiyonası’nın açılışında Marianne de France’ı canlandırdım. Uluslararası bir platformda bunu yapmak muazzam bir duyguydu. Tabii o zaman sosyal medya bu noktada değildi. Ancak tüm gazetelerde manşetteydim. Tabii bu sebeple o dönem çok fazla oyunculuk teklifi aldım ama hep “istemiyorum” dedim, istemiyordum da. Şimdi geri dönüp bakınca “belki de denemeliydim” diyorum, anı olurdu fena mı?:)

Müzik deyince ise akan sular duruyor benim için. Lise sona kadar büyük kulüplerin altyapılarında profesyonel voleybolcuydum. Ama o düzen, antrenman temposu ve adanmış bir yaşam ile müzik sevgimi yanyana götüremeyeceğimi düşünmüştüm. Çünkü sadece dinlemek değil, o dünyanın bir parçası olmak istiyordum. Doğru bir düşünce miydi tartışılır ama ben rock’n roll’u seçtim işte:)

New York’un senin için anlamı nedir?

Onca zaman geçirmeme rağmen New York benim için hala bir film. Ve o filmde -oradayken- ben başroldeyim.

Birçok ülke ve şehir gezdim. Paris’i, Helsinki’yi, ne bileyim Barcelona’yı da seviyorum. Ama New York için sevgi kelimesi az kalır. Kendimi ve ruhumu en özgür hissettiğim, kaosu içindeki düzenini, bir yandan renkli bir yandan siyah beyaz oluşunu, sesini (kimilerine göre gürültü), rengini, her şeyini sevdiğim bir yer. Var bir hayalim:)

Sosyoloji okudun. Bugünlerde Türk toplumunda eğlence sektörü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Aslında sosyolojiyi bitirmedim, çünkü bir yerden sonra çok sıkıldım!

Öncesinde Latin Dili ve Edebiyatı okuyordum onu da bitirmeden bıraktım. Normalde maymun iştahlı da değilimdir ama sanırım hayalimdeki gibi bir üniversite ortamında olamamak beni mevzudan uzaklaştırdı. Bir de sordum kendime, “Eee Latince ile n’apacağım?” İtalyanca konuşan arkadaşlarımla çat pat anlaşıyorum bana katkısı o oldu:) Ama Reklamcılık ve Halkla İlişkileri sıkılmadan okudum:)

Eğlence sektörü bu ülkede olup olunabilecek en zor sektörlerden biri. Her türlü çark dönerken herhangi bir olumsuz durumda bu sektör, bırakın sessiz sedasız devam etmeyi tamamen duruyor. Pandemide durdu, terör saldırısında, doğal afette duruyor. Siyasi durum zaten ülkemizde malum…

“Eğlence sektörü” dediğimizde sadece göbek atan bir güruh düşünmemek lazım. İnsanlar acılarını, mutluluklarını şarkılarla, şiirlerle, türkülerle, bir tiyatro oyunuyla da ifade edebilir. Son dönemde yapılan geçmiş güzellemelerinden bir miktar sıkılmış olsam da kendi adıma söylemeliyim ki ben güzel bir dönemin sonuna denk geldim ve bunu hakkıyla deneyimledim.

Ama bir başka güzel bir dönem neden başlamasın ki? İşte bunun için yapmamız gerekeni hepimiz biliyoruz diye düşünüyorum…

Son olarak, hassas cilt ve kamera önünde çalışmak. Bunlar bir zorluk haline geldiyse ve ne zaman geldi ve nasıl başa çıktınız?

Bundan tam 13 sene önce bana rosacea teşhisi koyuldu. Pürüzsüz cildim önce kızarmaya sonra da küçük kırmızı noktalar çıkmaya başladı. Zaman zaman daha şiddetlendi, zaman zaman daha azaldı. Ama hiçbir zaman tam geçmedi.

Açıkçası insanlardan acımasız yorumlar alana kadar elimden geleni (çok düzenli olamasam da) yapıyor ama geçmediği için de “N’apayım cildim böyle” diyordum. Yakın dönemde hiç tanımadığım insanlardan iyi niyetli ama sert yorumlar almaya başladım. “Ah vah vah n’oldu suratına?”, “ay yazık güzel de kızsın bir doktor var bak kesin git ay çok üzüldüm” gibi. O takmayan tarafım aniden aşırı takmaya başladı.

Uzun saçlarımla yüzümü kapayan, köpeğimi gezdirirken bile kapatıcı süren biri haline geldim. Sonra kendime dedim ki “denemediğin şeyleri de dene” ve doğal ürünlerin yanında bir de lazere başladım. Doktorun bana “yolumuz uzun” dediği sürecin 2. ayında geldiğim nokta bile bana iyi geldi. Anladım ki bu tip süreçlerde istikrar önemli…

İpek Atcan / yazar ve sunucu / der.gy

Fotoğraflar / İmge Yüksel